
Sağlık, Denge ve Bilgelik Yolu: TaiChi
Okan Dedeoğlu ile “Taze Gündem” Kanalının, konuğu “Eğitimci – Yazar – Tai Chi Eğitmeni Emel Eva TOKUYAN” ile “Sağlık, Denge, Bilgelik Yolu; TaiChi” konusunu konuşacağız. Canlı yayın tarihi, 20 Ekim Salı.
Okan Dedeoğlu ile “Taze Gündem” Kanalının, konuğu “Eğitimci – Yazar – Tai Chi Eğitmeni Emel Eva TOKUYAN” ile “Sağlık, Denge, Bilgelik Yolu; TaiChi” konusunu konuşacağız. Canlı yayın tarihi, 20 Ekim Salı.
Çok eski bir zamanda yaşayan bir Kral varmış. Her gün halkının dileklerini dinlediği ve adalet dağıttığı kabul odasına yıllar boyunca dilenci kılığında bir adam gelerek sessizce bir meyve sunar hiç konuşmadan oradan ayrılırmış. Kral bu önemsiz gördüğü armağanı hazinedarına verir, hazinedar da bu önemsiz armağanı kapı kilidi bile bulunmayan mahzene atıverirmiş. Yaklaşık on yılın sonunda bir gün yine, dilenci kılığındaki adam her zamanki sessizliği ile meyveyi sunmuş. O sırada kralın evcil maymunu hoplayarak içeri girip kralın tahtına tünemiş ve kral da meyveyi maymuna vermiş. Maymun bir ısırık aldığında içinden kocaman bir mücevher orta yere düşüvermiş. Şaşkınlıkla bakakalan kral hazinedara dönerek ötekilere ne olduğunu sormuş. Hazinedar koşarak mahzene inmiş ve kimi çürümüş kimi çürümekte olan meyve yığını içinde ışıldayan mücevherleri toparlamış ve Krala götürmüş.
Mala tamah etmeyen cömert Kral, onları hazinedara emanet etmiş ve her gün kendisine gelen ve hiçbir talepte bulunmayan dilenci merakını uyandırmış. Ertesi gün olduğunda dilenciye, konuşmadığı sürece armağanını kabul etmeyeceğini belirtmiş. Dilenci ise sadece baş başa görüşme şartı ile konuşacağını söylemiş. “Sabırca Zengin” adındaki dilenci Kralla baş başa kaldığında dileğini söylemiş: Bir büyüyü sonlandırmak için gerçekten korkusuz bir adamın yardımına ihtiyacı olduğunu ve ayın hilal olduğu bir gece tek başına kendisiyle mezarlıkta buluşması gerektiğini söylemiş. Kral da bu daveti kabul edince dilenci oradan ayrılmış. Beklenen gün geldiğinde Kral, gecenin karanlığında kendisini bekleyen denemelere doğru yola çıkmış. Mitosun bundan sonraki kısmı başlı başına bir kitap yazılacak kadar uzun, içinde semboller dolu olan yirmi dört hikâyecikle devam eder.* Biz bu kısa yazıda, sadece giriş kısmını ve buradaki sembolleri anlamaya çalışmakla yetineceğiz.
Kral her gün kendisine sunulan armağanın değerinden habersizdir. Bir Kralın olması gerketiği gibi, hem cömert hem cesur olduğundan ne olduğunu tam bilmediği bu görevi üstlenir. Ancak bir yabancı ile belirsiz bir işe atılmak basiretindeki bir çatlağın da göstergesidir. Belki de bu yol onun aşırı özgüven zırhındaki bu çatlağı görmesi ve onarması için bir denemedir. Ayrıca on yıl her gün kendisine armağan sunan birisini bu kadar umursamamış olması ne büyük düşüncesizliktir.
Ancak hepimiz Kral ile benzer durumda değil miyiz? Yaşamın bize sunduğu armağanı alıp, umarsızca bir kenara atıvermiyor muyuz? Gün her doğuşunda, bize içinde değerli bir armağan bulunan meyvesini mütevazı kılıklarla sunarken, ne içinde ne olduğunu merak ediyoruz ne de onu önemsiyoruz. Çürüyüp gidecek olanla, ışıltılı, değerli, yok edilemez olanı ayırt etme zahmetine girmiyoruz. Meyveyi de değerli taşı da kaldırıp bir kenara atıyoruz. “Değerli meyve bize her an yaşamın sabırlı eli tarafından uzatılmakla kalmıyor, içerden de sunuluyor. Her birimiz bu mitosun değerli özünü barındıran bir meyveyiz; peki ama bu gündelik kişiliğimizin dış kabuğunu kırarak temel tohumumuzun göz alıcı mücevherini açığa çıkarmayı deniyor muyuz?”
Bizim birçok egomuz var. Bu hikâyedeki her bir kişi, hayatımızın farklı alanlarında ortaya çıkan egomuzun farklı yönlerini temsil etmektedir. Bunlardan birisi; tahtımızın yanında duran ve kral edasıyla etrafa sunduğumuz servetimizin, özvarlığımızın bekçisi hazinedardır. Zenginliğimizin yöneticisidir, ancak bu basit meyveyi araştırmaya kraldan çok ilgi duymaz ve onu bir pencereden aşağı atıverir, geçici olan çürürken değerli olan da onun içinde atıl durumda kalır orada.
Bir başka egomuz ise her zaman yanımızda bulunmayan eğlenceli ve umursamaz maymundur. Kral egomuzun tenezzül etmediği meyvenin tadına bakar ve onun içindeki gizi açığa çıkarır. Ama oyunbaz maymun onu ortada bırakıp masumca oyununa döner. Armağan onun anlayacağı değerlendirebileceği bir şey değildir.
Bazen kaderimiz de sırf oyun olsun diye yapılan bir dokunuş ile içinde sakladıklarını gözler önüne serer. Bütün amaçlarımızın, isteklerimizin, eylemlerimizin sonuçları karanlık ve gizli bir hazine odasında saklıdır. Seçtiklerimiz ve seçmediklerimizle oluşturduğumuz, neden-sonuç ilişkisi kendi ruhumuzun dehlizlerinde örülmeye devam etmektedir.
Mütevazı bir şekilde her gün gelip bekleyen ve basit görünen meyveyi sunan dilenci “Sabırca Zengin” kimdir? O kendi ruhani varlığına kör olan kralın yarattığı egodan başkası değildir. Nereye yönelirsek yönelelim, etrafımızdaki, dostlarımız, düşmanlarımız, sevdiklerimiz, küçümsediklerimiz bütün bunlar bizim eserimizdir. Her biri bizim olgunluğumuzun ve cehaletimizin göstergeleridir. Her biri bizim tanımadığımız benliklerimizdir. Büyümemiz ve ilerlememiz için sıraları geldiğinde sahnede kendilerini gösterirler. Gerçek anlamda bir uyanış için egolarımızın hazine odamızın farkına varmak ve belki de hayatın sunduğu sonsuz denemelere evet demek gerekir. Belki o zaman şu anda gerçek sandığımızın bir avuç kum, kapının ardında olanın gerçek olduğuna ayarız. Kim bilir? Sorular sadece arayanlar içindir. Buradaki tüm sorular da…
*Kral ve Hortlak, H. Zimmer, kitabından
Kaynak : https://www.manisainternethaber.com/makale/kral-ve-dilenci-538
İnsanın kendisine söylediği ve kabul ettiği önermeler çok güçlüdür. Bunların bir kısmı bilincimizdedir, bir kısmı da bilinçaltımızda. Bu ikisi birden edimlerimize yön verirken yaşantılarımızı oluşturur. Bilinçaltı karanlık bir dehlizdir. Ancak ehil olan biri ile oraya girmek ve aydınlatmak mümkündür. Ayrıca orada bizi bekleyen şeyleri sağlıklı karşılayabilmemiz için de mutlaka bir bilen gereklidir. Yeri gelmişken belirtmek isterim ki; iki cümle öğrenip, kendisini bu konuda ehil zanneden kişilere de dikkat etmeli. Her konuda yozlaşma olduğu gibi, cehaletin verdiği “Her şeyi çözdüm, biliyorum” şeklindeki sağlıksız eminliğe bu alanda da çok rastlıyoruz ne yazık ki. Siz siz olun bu çeyrek hocalardan uzak durun derim naçizane… Neme lazım “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” var ucunda.
Bilinçaltı için kendi başımıza bir düzenleme yapma imkânımız yoktur. Öte yandan bilinçli olarak düşünüp kabul ettiğimiz önermelerimizi gözden geçirmek mümkündür. Bunların olumlu veya olumsuz etkileri hayatımıza yansır. Kimi zaman kendisini gerçekleştiren birer kehanete dönerler. Bununla ilgili yaşanmış birçok örnek vardır. Bunlardan bir tanesini paylaşmak isterim*: 1950 li yıllarda, Portekiz’den İskoçya’ya şarap taşıyan bir gemide geçer olay. Denizcilerden biri soğuk hava deposuna kontrole gider. Bu sırada onun içeride olduğunu fark etmeyen bir başka denizci ise kapıyı kapatır. Mahsur kalan denizci, ne kadar bağırıp, kapıyı yumruklasa da sesini duyuramaz. Cebindeki çakısı ile çelik kapıyı açma girişimleri de sonuç vermez. Orada bir miktar yiyecek bulur ve kendisini bekleyen sonu çakısı ile kazıyarak adım adım yazmaya karar verir. Havanın nasıl soğuk olduğunu, vücudundaki değişimleri, soğuğun yakıcılığını kazır çelik duvara.
Gemi sonraki limana yanaşır. Soğuk hava deposunun kapısı açılınca, zavallı denizcinin cesedi ve duvara kazıdığı durumu ile karşılaşırlar. Herkes üzüntü ve hayret ile dona kalır. Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. Taşıdıkları şaraplar 18 derecede taşınmayı gerektirmektedir. Şaraplar boşaltılmış olduğu için depo kendi haline bırakıldığından bir derece de yükselmiş olup 19 dereceye çıkmıştır ısısı. Her ne kadar denizcinin bedeni donarak ölmüş birinin göstergelerine sahip olsa da bunu gerektirecek bir fiziki koşul bulunmamaktadır. Onu öldüren içinde bulunduğu fiziksel koşul değil, sandığı ve kabul ettiği inancıdır. Bu, çok trajik bir sondur kuşkusuz. Kendimizi neye ikna edersek onu yaşıyoruz.
Gelenek olarak her bahar bir temizlik yapmaya girişiriz. Evimizi, eşyalarımızı gözden geçirip, artık işimize yaramayanları ayıkladığımız gibi nicedir dokunmadığımız her şeyin bir dip bucak temizliğini yaparız. Bu yaşadığımız mekâna, çalışma alanlarımıza yeni ve taze bir enerji getirirken bizi de yeniler. Bu baharı daha çok evlerimizde karşılarken çok uzun süredir göz atmadığımız duygu ve düşüncelerimizi, inandığımız ve ikna olduğumuz fikirsel kalıpları da gözden geçirmek faydalı olabilir. Belki de onların içinde de hayatımızı doğallıkla ve doyasıya yaşamamızdan alıkoyan ayıklamamız gereken tutumlar, revize edilmesi gereken bakış açıları, tozunun alınması gereken duygu durumları vardır. Belki de fiziksel olarak değilse bile, duygusal ve zihinsel açıdan bizi dondurarak öldürüyorlar bir anlamda, kalıplaşmış bu önermeler.
Alışa geldiğimiz alışkanlıklar, duygusal ve zihinsel kalıplar ile hep kendimizi tekrarlamamız şaşılacak bir ey değildir. Yenilenmek, tazelenmek ve baharın çiçeklerini kendimizde açtırmak için bir temizlik de içimize gerekir. Bir şey değişirse her şey değişir. Bu bir fizik yasasıdır. Büyük büyük kararlara ve girişimlere gerek de yok. Hayatımızı ve etkileşimde bulunduğumuz hayatları çıkmaza sokan, inançla bağlı olduğumuz önermelerimizden birinde bile küçük değişim yeter. O vakit; bize de, içimizden başlayarak çevremize de bahar gelir. Dilerim hepimize bahar gelsin hem içimize hem dışımıza. Yenilerek çıkalım yarına.
Emel Eva Tokuyan
*Bernard Werber,İzafi ve Mutlak Bilgi Ansiklopedisi
Taiji Zen kurucu ortakları Jet Li ve Jack Ma, Taiji’nin hayatımıza katacağı denge, uyum ve sağlık hakkında konuşuyor.
Bir küre. Bir yanı siyah ama içinde beyazın tohumu saklıdır. Bir yanı beyaz ama içinde siyahın tohumu var. An be an bir diğerine dönüşüyor. Zaman, bu zıtların dönüşümüne tanıklık etmektedir. Yaratımın başından itibaren onun sızmadığı hiçbir yer yok ve hiçbir oluşum, hiçbir varlık dönüşümün bu sonsuz dansından muaf değildir.
Zaman Tanrısı Zervan, bir oğul diler. Ancak dileği kabul olursa bunun dengeleri bozacağını öngörür ve pişmanlık duyar. Tanrı duasına karşı, iyiliğin, bilginin, geleceğin, ışığın efendisi Hürmüz’ü; pişmanlığına karşı; kötülüğün, geçmişin, cehaletin, ölümün temsilcisi Ehrimen’i verir ona. Zaman Tanrısı Zervan, rahminde büyüyen bu iki kardeşten Hürmüz’ün ilk olarak doğması ve dünyanın Ehrimen tarafından bozguna uğratılmaması için çok çabalar. Ancak Ehrimen hile yaparak ilk kardeş olarak doğar. Bazı söylenenlere göre on iki bin yıl, bazılarına göre de dokuz bin yıl sürecek savaş başlamıştır. Bu iyi ve kötünün savaşıdır.
Ehriman ile Hürmüz büyük bir savaşa girerler. Savaş meydanına Ehrimen Nifakı çıkarır. Atıldığı her yerde korku veren, bölen ve parçalayan nifak. Yerküre siyaha dönmeye başlamıştır…. Buna karşılık Hürmüz muhabbeti ortaya çıkarır. Kalbe huzur veren, bağışlayan, birleştiren, dostlukla dolduran, yaraları saran, muhabbet. Nifakın üstesinden gelir ve aydınlanmaya başlar her yer.
Ehriman Gazap salar. Öfke, yıkıcı hiddet, her yerde çılgınca yayılır. Muhabbeti alt eder. Yerküre siyaha dönerken, Hürmüz Hikmeti çıkarır Gazap’ın karşısına. Hikmetteki bilgelik, sağduyu, öngörü gazabı içine alır ve eritir. Yine aydınlığındır zafer. Ancak savaş henüz bitmemiştir.
Ehrimen son ve en büyük kozu olarak Nefs-i Emareyi çıkarır. Doymak bilmeyen, her şeyi kılıfına uyduran arzu, her ne olursa olsun sahip olma ve iktidar içgüdüsü, bencillik, hırs, aç gözlülük yayılır her yana. Hikmet baş edemez, boyun eğer bu büyük düşmana.
Hürmüz Aşkı çağırır. Büyük bir parıltı ile meydanı kaplar aşk ve sorar düşmanına: “Bana karşı duracak mısın?” Nefs-i Emare diz çöker : “ Ey Aşk, sen herkesin olduğu gibi benim de efendimsin, teslim oluyorum sana”
Aşk, Hürmüz’e döner: “Ya Hürmüz, ya nur! Selam olsun sana! Ki karanlığın kıymeti seninle bilindi.
Aşk, Ehrimen’e döner: “Ya Ehrimen, ya karanlık! Selam olsun sana! Nurun kıymeti seninle bilindi.
Ve Aşkın ışığı Ehriman ve Hürmüz’ü birleştirir. Yerküre sonsuz ışığa teslim olur.
Habil ve Kabil ile başlayıp, Atlantis’e devrolan, Star Wars’a uzanan başka bir hikâye midir? Kahramanların adı, dekorlar kostümler değişir. Anlatılan hep aynı hikâyedir. Aynısını dinliyor, aynısını yazıyor, aynısını yaşıyoruz. Zamanın karnında büyüyen dualite seçimlerimizle kulvar değiştiriyor her daim. Bu hikayeler bizim dışımızda bir yerde mi dönmektedir? Hayatının hiç değilse bir noktasında, bir kararında Ehrimen’e yenik düşmemiş olan biri var mıdır bir yerde? Veya pişmanlıkla Hürmüz’ün askerlerine kucağını açan ve arınan anlarımız seçimlerimiz olmamış mıdır? Peki, sizin yerküre ne kadar direnir Hürmüz’e? Ne zaman kabul edilir ve teslim olunur tek aydınlık gerçeğe? Yunus Emre der ki:
“Aşksızlara verme öğüt,
Öğüdünden alır değil,
Aşksız âdem hayvan olur,
Hayvan öğüt bilir değil.”
Tüm bu satırlar ve sorular Kalbinde Aşk’ a yer açmışlar içindir. Diğerleri zannımca zaten duyamazlar. Aşkla, Işkla kalın.
Emel Eva Tokuyan
Kaynak : https://www.manisainternethaber.com/makale/hep-yeni-kalan-527
Taiciçüen genellikle Tai-Chi olarak bilinen Çin Tao öğretisinden ortaya çıkmış evrenle uyumlanma, içrek savaş sanatıdır. Buradaki savaş sözcüğünü çatışma ile ilişkilendirilmemelidir. Dayanma gücü, dirlik, uyumu bulma mücadelesi daha uygun olacaktır. Tai-Chi’nin temel kökleri kadim iki kitaba dayanır.
Travmanın genler üzerinde yaptığı etkiye dair bilimsel araştırma sonuçlarını inceliyorum bir süredir. * (Epigenetik) Ulaştığım araştırmalar; Nazi kamplarından kurtulan insanlar ve sonraki üç nesil, 11 Eylül saldırılarına maruz kalanlar ve sonraki nesil, Japonya’da Atom bombasına maruz kalmış ve sonraki nesiller, İnsan DNA’sına yüzde doksan dokuz benzerliği ve nesiller arası sürenin kısalığı nedeni ile fareler üzerinde yapılan inceleme, gözlem ve verileri kapsıyor.